Hakkında ne kadar yazılsa, ne kadar şey söylense, onu yeterince anlayabilmek, anlatabilmek mümkün olabilecek mi?
Biz yaştakilerin çağında nefes almış Balıkçı için sadece yaşadığımız çağın değil çağların filozofuydu demekteyim epeydir ve onun deyimiyle “bit tabii” bu anlatımda yeterince karşılık bulmuyor olabilir…
* * *
Bir Türk kahvesi seremonisiyle geçiyorum masamın başına yazılarımı yazarken, sonra beni kendi evrenimde kaybettirecek bir şarkı seçiyorum kendime.
Yazımdan başkaca hiçbir şey düşünmek istemediğimden olsa gerek; bu kayboluşa değin, yaprak kıpırdasa sataşacak huysuzluğumu gizleyebildiğimi söyleyemem…
Yine öyle yaptım, Balıkçı’yı ölümünün ellinci yılında köşemde bir başıma, törensel bir anlatıyla anmak üzere; kayboluşuma başlamadan hemen önce tüm hazırlıklarım tamam.
Kahvem tam istediğim gibi, seçtiğim beste ise; ülkemizin önde gelen arp sanatçısı Şirin Pancaroğlu’nun dokunuşlarıyla hayat bulan Halikarnas Balıkçısı‘nın bir müzikal portresi…
Gün yüzüne sadece yılda bir kere açan çiçekler gibi çıkan ve değerli sanatçılarla ancak bir kez seslendirilmiş olan bu eser, benim için adeta içinde yalnızca Balıkçı’nın değil onun en güzel öyküsü ‘Gündüzü Kaybeden Kuş’ Miho’nun da olduğu bir ebedi mavilik türküsü…
Ne yazık ki bu senfonik, muhteşem türkü, o günden sonra iki yıl geçmesine rağmen bir daha dinleyici ile buluşamadı…
Mavi kokulu belalı hasret Yüz/lerce ay parıltısı…
………
Merhaba “nur içinde yaşatan” Gönüllü bahçıvan merhaba…
Aşık Mahsuni Şerif‘in kızı Aysun Eldeniz‘in yorumladığı on beş dakikalık bu eserin on birinci dakikasında başlayan arya bölümünün sözleri, şair Selçuk Yazıcı‘nın Merhaba* şiirinden…
Bestenin sahibiyse Kültür Bakanlığı sanatçısı Bora Uymaz.
Böylesine güzel bir eserin stüdyo kaydının olmaması, Balıkçı’yı sevenlerin birçoğunun hâlâ dinlememiş olması gerçekten üzücü.
Umarım bir gün bu eser, olması gerektiği gibi Balıkçı’ya yakışır şekilde tekrar gün yüzüne ‘Merhaba’ der…
Bir üzüntümde Balıkçı adına yapılmış en kapsamlı, en güzel işlerden biri olan ‘Mavi Sürgün’ müzikli gösterisinin iki kez İstanbul’da ve bir kez de Bodrum’da olmak üzere sadece üç defa izleyiciyle buluşmuş olması.
İlk olarak 2019 yılında İstanbul’da sahneye konan bu unutulmaz gösterinin anlatıcısı Yetkin Dikinciler…
Değerli birçok sanatçı yanında vokalde Feryal Öney‘in de yer aldığı projenin rejisör koltuğunda Beyti Engin var.
Mavi Sürgün gösterisinin yaratıcısı ise müzisyen sevgili Sabri Tuluğ Tırpan…
* * *
“Bodrum’u güzelleştirmeyi yaradılışa karşı bir borç olarak görüyordum.”
Halikarnas Balıkçısı’nın bende bıraktığı adalet duygusunu seviyorum en çok.
Onun, tüketerek değil, üreterek yaşamayı bilmesini, hayata kendini adayışını yaradılışa bir borç olarak görmesini de…
Ve hikâyelerinde yoksunluğu, yoksulluğu resmederken yaşamın zor ve zahmetli oluşu yanında, buna aldırmadan bir tutam neşe için başkalarına umut olabilmenin ne büyük bir erdem olduğunu da onunla pekiştirmiş olmaktan mutluyum…
* * *
Bugün rantın, talanın yenmeyen, içilmeyen bir şey olduğunu tüm çıplaklığıyla yaşadığımız bu topraklarda, hele ki Bodrum’da; onun ‘iyi insan’ tarifi, en muhtaç olduğumuz şey değil mi?
“En yalın tarifiyle iyi insana benzer. Hayattan aldığını fazlasıyla gene hayata verir.”
Balıkçı şüphesiz büyük bir entelektüeldi ve gerçek bir entelektüel olarak halkla kurduğu yakın ve derin ilişkiye bakınca; onun şahsında aydın sorumluluğunun ne olduğunu, ne olması gerektiğini daha iyi özümsüyor insan.
Yaşamdan aldığımızdan daha fazlasını hayata vermeden yaşadım diyebilmek mümkün mü?
Bu büyük bir öğreti!
Bir gün her şeyi silip yeniden başlayabilirsek, yapmamız gereken ilk şey bu öğretiyi baş tacı etmek olmalı…
Balıkçı için çok ama çok şey söylenebilir. Söylenmeli de.
Çok şey yazılabilir evet, yazılmalı da…
Ama şunu çok sevdim; Azra Erhat, bir mektubunda “İşte İnsan I”‘yi yazacağını söyler Balıkçı’ya ve ‘bu insan sen olacaksın’ der.
“Bak Azra, şimdi bende kim bilir ne yücelikler bulacaksın. A canım canım, ben utanırım yahu bu kadar büyük olmaya…” *
Bu yücelik değil de nedir?
Andığımız nice erdemli, kendini yaradılışa adamış yüce şahsiyetler düştükçe aklıma, diyorum ki:
“Anmak yeter mi? Biraz da onlar gibi yaşamayı bilmeli insan…”
Yaşadım diyebilmek için!
Eyvallah.