Medyanın Narin’le imtihanı: Gazeteciler kendilerini önemsemekten halkı unuttu
Narin cinayeti yalnızca Türkiye toplumundaki çürümeyi değil, medyadaki çöküşü de ortaya çıkardı.
Herkesin gözü kulağı, Narin Güran cinayetinde.
Ancak halka bilgi vermekle ve yaşananların arkaplanını, sosyal bağlamını ortaya koymakla yükümlü olanlar, Narin’den çok kendilerini anlatmakla, dikkat çekmeye çalışmakla meşgul.
8 yaşındaki kız çocuğunun başına gelen felaket, tüm toplumun başına gelen bencillik, bireycilik, hep-bencilik hastalığını, giderek yayılan bir yozlaşmayı gözler önüne serdi.
Basın, halkın “uyumayan gözü” olmak, maddi olguları sunmak, kafa karışıklıklarını gidermek ve böylece yaşananların ne anlama geldiğine, halkın ne yapabileceğine dair bağlamı sağlamakla görevli.
Halka karşı gazetecilerin sorumluluğunun tamamen unutulduğu bir dönem, maalesef ki günlerdir ne yana başımızı çevirsek gözümüze çarpıyor.
Şekilcilik, reyting düşkünlüğü, magazinsellik, tık avcılığı, olgulara ve halka değil kendine yontma çabası giderek medyayı ele geçiriyor.
Narin Güran cinayeti bunun kanıtlarından biri. Sürekli gündemde tutuluyor, “çok önemli şeyler biliyoruz” deniliyor, az sayıdaki olgu kayboluyor, insanlar durumu kavrayamıyor.
Kamuoyu bilgiyle değil hislerle muhatap oluyor.
19 gün boyunca bulunamayan ve sonunda bir torba içinde daha önce defalarca aranan dere kıyısında bulunan 8 yaşındaki Narin’in katillerinin kim olduğu, neden öldürüldüğü, neden bulunamadığı günlerdir speküle ediliyor.
Halkın hakikate ve bilgiye erişim hakkı, olguya dayalı bilgileri, yorum ve eleştiriden açıkça ayırma zorunluluğu, kritik bilgileri saklamama gibi ilkeler tamamen rafa kalkmış durumda. Görünen o ki artık muhabirlerin her açıdan “hisleriyle” yaptıkları haberler ekranlarda geniş yer kaplamaya başlamış.
Nasıl mı?
TV100 muhabiri Canan Altıntaş, günlerdir Narin’in arama kurtarma çalışmalarında haber takibini sürdüren muhabirler arasında. Çocuğun cansız bedenine ulaşıldıktan sonra yaptığı canlı yayınla gündem oldu. Gözyaşları içerisinde yaptığı yayın, haberciliğe yeni bir boyut kazandırdı: “His haberciliği”.
Haberin öznesi olmaması gereken muhabir Altıntaş ekranda kendi evladından bahsediyor, ona ulaşamadığında nasıl merak ettiğini anlatıyor, insanlara güzel haber vermeyi umduğunu ama veremediği için ne kadar üzgün olduğunu dile getiriyor, duyduğunda nasıl şoka girdiğini söylüyor.
Narin’i değil, kendisini anlatıyor. Bilgi vermiyor, akla hitap etmiyor, bir şov sunuyor ve duygulara hitap ediyor.
Altıntaş yalnız değil. Canlı yayın sırasında ağlıyor. Gazetecilik açısından hata, ama hadi muhabir dayanamadı ağladı, reji de müdahale etmiyor. Yayıncılık etiğini herkes unutmuş görünüyor.
Seyirci buraya kadar haber değeri taşıyan hiçbir şey öğrenemiyor.
Ardından muhabir bir adım daha ileri gidiyor ve şu cümleleri kuruyor:
“Narin’in yaşamadığını dün hissettim. Bir şey gördüm ve bunu hissettim. Ama soruşturma kapsamında bunu söyleyemiyorum. O köydeki herkesi artık çok iyi tanıyorum. Bunu söylemem soruşturmaya çok büyük zarar verir.”
Karl Marx’ın kitleler için tespitidir, “Bilmiyorlar, ama yapıyorlar” der. İşi kitlelerin bilmesini sağlamak olan gazeteciler de bilmiyorlar, ama yayın yapıyorlar.
Muhabirler yayınlara katılırken ya da sosyal medyadan paylaşımlar yaparken hep bir şey bildiklerini, bunun herkes tarafından da bilindiğini, zaten kamuoyunun da ne olduğunu bildiğini ima edip durdu.
Oysa kamuoyu bilmiyordu. Gazeteciler, bilmeyen kamuoyunun merakını celbetmek için “Bana bakın” diye el kol sallıyordu.
Örneğin gazeteci Altan Sancar, “Narin ne gördü?” sorusunu sordu sosyal medya hesabı üzerinden. Devamında da “Ne gördü de böylesi organize bir cinayetin hedefi oldu” ifadelerini kullandı.
Gazeteciler tabii ki soru sorar. Ama kamuoyu hangi sorunun gerçeğe ulaşmak, hangi sorunun speküle etmek ve dikkat çekmek için sorulduğunu anlar.
Sancar, “Köyde bilinen gerçekleri ekiplerden saklamışlar. Herkesin bildiği gerçekleri ilk kim ne zaman açıklayacak göreceğiz” diye ekliyor başka bir paylaşımında. Gazetecinin bildiği bir şeyler varsa, neden kamuoyuyla paylaşmıyor? Paylaşmıyorsa, niye susmuyor ve paylaşabileceği noktaya getirmek üzere çalışmıyor?
Kimse hiçbir şey bilmezken, “zaten şöyle oldu” diye diye kulaktan kulağa oynar gibi yapılan spekülasyonlar, Narin cinayetinde asıl konuşulması, üzerine gidilmesi gerekenlerin önüne geçti.
Bencilliğe alan açan sosyal medya kültürü insanları ele geçirdi, gazeteciler de buna kapıldı. Haberciliği Twitter’da (artık X’te) oynamak ayarları kaçırdı, cıvataları gevşetti.
soL yazarı Orhan Gökdemir, cumartesi günkü köşe yazısında Narin cinayetinin toplumsal boyutunu gözler önüne serdi. Yazı yüz binlerce okundu, çünkü kamuoyu ihtiyaç duyuyordu.
Esas mücadele de burada yürüyor. Siyasetçiler, kimi kesimleri ve kendilerini aklama çabası içinde.
Kamuoyu hislerle, bilinmeyen bilinenlerle ve aforizmalarla oyalanadursun HÜDA PAR Genel İdare Kurulu Üyesi Vedat Turgut, Narin’in getirildiği Adli Tıp Kurumu önünde “Bu tür vahşilikler, bu tür vandallıklar içimizden çıkmayacak. Bunlar bizim kültürümüz değil; bunlar Avrupa’nın, Amerika’nın, İsrail’in kültürü” diyerek olayı savuşturmaya çalıştı. Üyesi ve yöneticisi olduğu partinin geleneği olan Hizbullah domuz bağlı cinayetler, işkencelerle biliniyor.
AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu da Sözcü TV yayınında yaptığı açıklamada aileyi 40 yıldır tanıdığını anlatarak “Bazen bilip söylemememiz gereken şeyler var. Çünkü aile de bizim dostlarımız. Bu meseleleri, siyaseti bu işlere bulaştırmamak lazım” telkininde bulundu.
Bazı siyasetçilerse, Narin vesilesiyle kendilerini öne çıkarma çabasına girişti.
Olayın hassasiyetini kendine siper edinip şova dönüştürmek için can atanlar arasına AKP’li milletvekilleri ilk sıradan girdiler. Narin’in cenaze namazı sırasında AKP Milletvekili Suna Kepolu’nun cami önünde ne yaptı dersiniz?
“Acılarıyla” fotoğraf çektirdi.
“Acımız tarifsiz… Sözün bittiği yerdeyiz!” notuyla hemen sosyal medya hesabından paylaştı. Acısının tarifi çok açıktı: Büyük gözlüklerle acılı fotoğraf çek, sosyal medyaya gir, X’e fotoğraf yükle, acılı bir paylaşım yap. Tarif tutmamış olacak ki, tepkiler büyük olunca paylaştığı fotoğrafı jet hızıyla sildi.
Narin cinayetine dair soru sorulacaksa, şu sorulabilir:
Sözün bittiği yerde miyiz?
Yoksa sözün başlaması gereken yerde mi?