Yaşla birlikte görülme sıklığı artan ve en sık görülen metabolik kemik hastalığı olan osteoporozun, omurga, el bileği ve kalçada kırıklara yol açtığı, bu durumun ağrı ve vücutta şekil bozukluğuna, kalıcı sakatlıklara neden olduğu, bireylerin günlük yaşam aktivitelerini ve iş ve sosyal hayata katılımlarını olumsuz etkileyerek yaşam kalitelerini düşürdüğü ortaya çıktı.
Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türkiye Osteoporoz Derneği Başkanı Prof. Dr. Yeşim Gökçe Kutsal, Dünya Osteoporoz Günü dolayısıyla AA muhabirine yaptığı açıklamada, osteoporozun kemik gücünün azalması sonucunda artmış kırık riski ile karakterize bir iskelet sistemi hastalığı, dünyada 3 kadından ve 50 yaş üzerindeki 5 erkekten birini etkileyen sorun olduğunu belirtti.
“Dünyada her yıl 1,5 milyon kalça kırığı oluşuyor. Yaşlanan popülasyon nedeniyle artması bekleniyor. İlk kırık sonrasında ikinci kırık için riski de artıyor.” bilgisini veren Kutsal, hastalığın sessiz ilerlediğini vurguladı.
Kutsal, “Buna karşın osteoporoza bağlı kırıklar ağrılı ve yaşam kalitesini bozan kırıklardır. Hatta yaşamı tehdit edecek kadar ciddi olabilirler. 2050 yılına kadar her sene global olarak 21,3 milyon kalça kırığı olacağı tahmin edilmektedir. Kalça kırığından sonraki bir yılda ölüm oranı yüzde 20, kalıcı sakatlık yüzde 30, bağımsız yürüyememek yüzde 40’tır.” diye konuştu.
Ankara Üniversitesi (AÜ) Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türkiye Osteoporoz Derneği İkinci Başkanı Prof. Dr. Ayşe Küçükdeveci de dünyada yılda 9 milyon kişinin osteoporoza bağlı gelişen kırıklara maruz kaldığına değinerek, hastalığa bağlı gelişen kırıkların, ağrı ve vücutta şekil bozukluğuna yol açtığını, bireylerin günlük yaşam aktivitelerini, iş ve sosyal hayata katılımlarını olumsuz etkileyerek, yaşam kalitesini düşürdüğünü kaydetti.
Osteoporoza bağlı kırık oluşan vücut bölgelerinin sıklık sırasıyla omurga, el bileği ve kalça olduğunu anlatan Küçükdeveci, omurga kırıklarının osteoporotik kırıkların yüzde 50’sini oluşturduğunu aktardı.
Küçükdeveci, “Avrupa’da her yıl 50 yaş üstü bin kadından 12’sinde, bin erkekten ise 7’sinde osteoporoza bağlı omurga kırığı meydana gelmektedir. Hastaların yüzde 10’u ağrı nedeniyle hastaneye yatmaktadırlar.” diye konuştu.
Osteoporotik omurga kırıklarının, uzun dönemde ilerleyici kamburluk, solunum fonksiyonlarında bozulma ve kronik ağrıya neden olabildiğini vurgulayan Küçükdeveci, bu durumun kişinin günlük yaşam aktivitelerinde kısıtlılığa yol açtığını ifade etti.
Küçükdeveci, şu bilgileri verdi:
“Osteoporozlu bireylerde omurga kırıklarından sonra en sık görülen kırıklar el bileği kırıklarıdır. Bu hastalarda akut dönemde ağrı ve fonksiyon kaybı yoğundur. El bileği kırıkları sonrası özellikle ilk 3 ayda elin günlük yaşamda kullanımı kısıtlanır, yaşam kalitesi olumsuz etkilenir; ancak iyileşme hızlı ve genellikle tamdır. Kalça kırıkları, omurga ve el bileği kırıklarına göre daha az görülmekle birlikte hastalık yükü ve ölüm oranı en yüksek olan kırıklardır. Tedavisi genellikle cerrahidir. Ameliyat sonrasında özellikle yaşlı bireylerde yürüme ve normal aktivite düzeylerinin yeniden kazanılması için rehabilitasyon gerekir. Kalça kırıkları sonrası özürlülük gelişme riski yüksektir, hastaların yüzde 20-30’unun hareket yeteneğini tekrar kazanamadığı bildirilmiştir.”
HÜ Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve Türkiye Osteoporoz Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Oya Özdemir de osteoporoza bağlı kırık gelişmesinin kişinin sağlık durumunu olumsuz etkilediğini vurgulayarak, “Omurga kırıkları sırt ve bel ağrısına neden olarak hastaların yaşam kalitesini azaltırken, kalça kırıklarının yaklaşık üçte biri 1 yıl içerisinde ölümle sonuçlanmaktadır. Bu nedenle, osteoporoz tanısının erken ve doğru şekilde konması oldukça önemlidir.” uyarısında bulundu.
Görüntüleme yöntemleriyle osteoporozun derecesi, kırık riski ve uygulanan tedavi etkinliğinin belirlendiğini anlatan Özdemir, şunları kaydetti:
“Standart röntgen filmlerinde kemiğin yüzde 25-30’u kayboluncaya kadar osteoporoza dair herhangi bir bulgu saptanmaz. Grafilerde saptandığı dönemde ise genellikle hastalık ileri dönemindedir. Erken tanı için altın standart ‘kemik dansimetresi’ olarak isimlendirilen kemik yoğunluğu ölçümleridir. Ayrıca, tanı ve takipte kemik yapım ve yıkım belirteçleri olan bazı kan ve idrar incelemeleri de kullanılabilir.
Kemik dansitometresi, farklı bölgelerden ölçüm yapma imkanı verir, doğruluk ve kesinlik oranı yüksektir. Diğer avantajları ise tetkik süresinin kısa olması ve düşük radyasyon maruziyetine sahip güvenli bir yöntem olmasıdır. 65 yaş üzeri tüm kadınlar ve 70 yaş üzeri tüm erkeklerden kemik dansimetresi ile osteoporoz açısından inceleme yapılması önerilmektedir. 65 yaşından küçük olup menopoza girmiş ya da menopoza giriş sürecinde olan kadınlarda ve 70 yaş altı erkeklerde ise düşük vücut ağırlığı, kırık öyküsü, yüksek riskli ilaç kullanımı, kemik kaybına neden olabilecek hastalık risk faktörlerinden bir ya da daha fazlası mevcutsa kemik dansimetresi ile ölçüm yapılmasında fayda vardır.”
Menopoz sonrası dönemdeki kadınlar ve 50 yaş üzerindeki erkeklerin osteoporoz risk faktörleri açısından mutlaka incelenmesi gerektiğine işaret eden Özdemir, “Beyaz tenli, kısa boylu ve ince yapılı olmak, ailesinde osteoporoz hikayesi olması, yetersiz kalsiyum içeren gıda alımı, D vitamini eksikliği, hareketsiz yaşam tarzı, sigara ve alkol kullanımı, erken menopoz (46 yaş altı), kemik kaybına neden olabilecek hastalıklar, kortizon, antiasitler, kan sulandırıcılar, epilepsi, tiroid ilaçları kullanmak osteoporoz açısından kapsamlı bir değerlendirme yapılmasını gerektiren faktörlerdir.” diye konuştu.