Usta sanatçı Genco Erkal ile ülkeye, tiyatroya ve anılara ilişkin sohbet ettik. “Türkiye’nin en büyük sorunu bölünmüşlük” tespiti yapan Erkal, “Umut hep var olacak, onu kaybetmeden yol almak zorundayız. Gece uzun da olsa güneş mutlak doğar” diyor.
Sahnede devleşen bir sanatçı Genco Erkal… Her zaman toplumun sorunlarını dile getiren, düşüncelerini söylemekten çekinmeyen gerçek bir yurtsever.
Çok uzun bir sanat yolculuğu… Bu yolculukta, ışığını hiç kaybetmemiş Erkal. Nâzım Hikmet’in, Can Yücel’in, Bertolt Brecth’in rehberliğinde ama en önemlisi sanat aşkıyla yolculuğa son sürat devam ediyor. Ustayı sahnede her seyrettiğimde daha da devleşiyor. Geleceğe umutla bakan sanatçı her şeye rağmen “Gece uzun da olsa, güneş mutlak doğar” diyor. Yaşamını tiyatroya adayan Erkal’ın yakın zamanda Netfilix’te belgeseli yayımlandı. Hayatı sanatla seven ustayı uzun yıllar daha sahnede görmek istiyoruz.
Gazetede buluştuğumuz usta ile ülkeye, tiyatroya ve anılara dair umutlu bir sohbet ettik.
Sözü ustaya bırakmadan önce, sohbetin rengi mavi, ana konusu ise umut oldu. Yaşamak ağır bastığından…
Tekrar yaşamayı düşünebileceğim o kadar çok an ve anı var ki herhangi birini seçmek zor. Bütün oyunların ilk geceleri var örneğin, o coşku, o heyecan, yeni bir oyunun doğum anı unutulmaz. Oyun doğar ve bütün çocuklar gibi yaşamını sürdürür. Bazıları çok sevilir, yıllarca oynar, bazıları hedefi tutturamamıştır, izleyiciyle denk düşmez. Oysa biz onu ne çok sevmişizdir, ne büyük emek vermişizdir, izleyiciden karşılık görmez, unutulur gider. Ama biz onu unutmayız, içimizde hep yaşar.
MUHALİF SANATÇILARA YASAK!
Sadece TRT’yle de bitmiyor iş. İktidara ait belediyelerin kültür merkezleri bize yasak, üniversitelerin tiyatro salonları, devlet tiyatrolarının salonları yasak. Muhalif sanatçılara devlet yardımı da yapılmıyor artık. Beni çok fazla ilgilendirmiyor ama kara listede olan sanatçılara dizilerde rol verilmiyor. İnsanların ekmeğiyle oynuyorlar.
Muammer Karaca Tiyatrosu benim profesyonel oyuncu olarak sahneye ilk adımımı attığım sahne. Sonraları yirmi küsur yıl boyunca bütün oyunlarımızı sergilediğimiz salon. Kenter tiyatrosu ise ustam Yıldız Kenter’in evi. Son yıllarda sürekli oynayıp ayakta tutuğumuz salon. Ayrıca her iki yapı da özel tiyatro sahipleri tarafından kendi emekleriyle meydana getirdikleri, tiyatro binası olarak inşa edilen salonlar. Muammer Karaca Tiyatrosu İstanbul’un en eski ikinci tiyatrosu. Kenter Tiyatrosu’nun 60 yıllık geçmişi var. Onlara gözümüz gibi bakmalıyız.
Ben o gelişmeleri takip etmekten usandım. İşlerin iyi gitmediği kesin. Doğru dürüst açıklama da yapılmıyor. Muammer Karaca Tiyatrosu’nda inşaat ilerlemiyor. Kenter Tiyatrosu hayalet gibi duruyor. Her iki salon da kaderine terk edilmiş durumda, can çekişiyorlar.
HER ZAMAN BERABER…
Ben Nâzım Hikmet’i geç keşfettim. Yasaklıydı çünkü. 60’lı yılların başında kitapları yayımlanmaya başlayınca ilk kitabını okudum ve ona tutkuyla bağlandım. İlk Nâzım oyunum olan Kerem Gibi’yi 1975 yılında sahneledim ve o gün bugün ayrılmadık. Uzun bir yolculuk bizimki. Neredeyse 48 yıl olmuş. Hep beraberiz. Sevdalı Bulut, İnsanlarım, Nâzım’a Armağan, Yaşamaya Dair, Nâzım Oratoryosu. Ayrılmaz bir ikili olduk. Onunla özdeşleştim, onun yaşayan sesi oldum. Sadece sahnede değil, politik toplantılarda, 1 Mayıs mitinglerinde, anma gecelerinde hep onunla beraberdik.
Şu an onu bilemiyorum. Ama belli olmaz, bakarsınız yeni bir oyun çıkıverir ortaya.
Daha yaz programımız kesinleşmedi. Sürekli yeni mekânlar arıyoruz. Beni çok heyecanlandıran bir tasarı var. Gerçekleşirse çok sevineceğim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Anadolu Hisarı’nda bir gösteri merkezi oluşturmuş. Orada sahne almak keyifli olacak. Rumeli Hisarı’nı yok ettiler. Hiç olmazsa Anadolu Hisarı yaşasın bari.
NÂZIM HİKMET’TEN, BRECTH’E…
Evet bende Nâzım Hikmet’ten sonra Brecht gelir. Politik tiyatro yapıyorsan Brecht’siz olmaz. Oyunlarıyla, şiirleriyle, kuramsal yazılarıyla senin yol göstericin, ilham kaynağın olur. Ucu bucağı olmayan bir deryadır Brecht. Pek çok oyununu sahneledik, şiir ve şarkılarından oyunlar ürettik. Nâzım daha duygusaldır. Yaşamöyküsünü yazan İngiliz yazar ona romantik komünist demiş. Brecht ise daha soğuk, daha akılcıdır. Cesaret Ana oyununda izleyiciler duygulanıp ağlıyorlar diye kuliste olmadık gürültüler çıkarıp onları uyarırmış. İzleyici hep diken üstünde olacak, olup biteni aklıyla değerlendirecek, izlediği oyundan dersler çıkaracak. Bence en önemli yanı hınzır bir mizah gücüne sahip olması. En ciddi oyununda bile izleyiciye göz kırpan muzip bir mizahçı vardır sahnede. Çok ince bir mizahtır bu. İzleyicinin aklını, zekâsını tetikler. İlk fırsatta onun Galileo’sunu yeni bir yorumla bir kez daha koymak ve oynamak isterim. 1983-84 yıllarında iki sezon boyu oynamıştık, o oyuna doyamadım.
Henüz tam olarak bilmiyorum ama arayışlarım var. Büyük ozanları çalışmak, onlara emek vermek hoşuma gidiyor. Ülkemizde bütünüyle şiirlerden oluşan ilk tiyatro oyununu ben kotardım. O yolda emek vermeyi sürdürmek isterim.
İKİ AYRI DÜNYA GÖRÜŞÜ
Bölünmüşlük. Ülkenin yarısı Batı’ya gidelim diyor, yarısı Doğu’ya. Yarısı çağdaş dünyayla, akılcı, laik, bilimle donanmış, insan haklarına, demokrasiye inanan, aydınlık bir dünyayla bütünleşmek istiyor, yarısı bir Ortadoğu ülkesi olmaya özeniyor. Bilimden çok dini değerlere önem veren, muhafazakâr, tek adam rejimini yeğleyen otokrat bir toplum olmak istiyor. Tümüyle birbirinin zıddı olan iki ayrı dünya görüşü. Ve bu ayrım o kadar kemikleşmiş, iki yarı o kadar birbirini dışlamış ki artık ülkenin birliği olanaksız hale gelmiş.
Çok zor. Ancak her iki tarafı kucaklayacak, her iki tarafa da kendini kabul ettirecek bir politik hareket, güçlü bir önderle bu bölünmüşlük aşılabilir. Öyle bir seçenek şu anda var gibi görünmüyor.
Umut her zaman var olacak, onu kaybetmeden yol almak zorundayız. “Gece uzun da olsa, güneş mutlak doğar”