Yazımın başlığını İstiklal Marşı’mızın en etkili dizelerinden seçtim.
Şu anda yaşadığımız durumu aynı etkiyle anlatacak başka bir ifadenin olduğunu hiç sanmıyorum.
“Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” ve çok şey beklediği dönemin öğretmenlerine seslenirken söylediği “Gelecek sizden fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller ister”, sözlerine kadar aslında Tevfik Fikret’in şiir ve yazılarından ilham aldığı çok şey vardı Gazi’nin…
Yok, pek tabii İstiklal Marşımızı Mehmet Akif Ersoy yazdı, bunu biliyorum.
Şeyhülislamlığa bağlı Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye Cemiyeti başkâtipliği yaptığı sırada Kurtuluş Savaşı‘nı desteklemesi nedeniyle görevlerinden azledilen Mehmet Akif Ersoy’a bizzat Atatürk, Anadolu direnişine katılması için davette bulunmuş ve birinci mecliste birlikte çalışmışlardı.
Akif, Ankara’ya gelir gelmez halkı, Türk Kurtuluş Savaşı‘na destek vermeye teşvik etmek için bir camide verdiği vaazı, çoğaltılarak tüm vilayetlere ve cephelere dağıtılmış ve ‘Ateşten Gömlek’ giyilen o günlerde önemli bir etki yaratmıştır.
Şiirleri ve yazılarının temsil ettiği düşünceler nedeniyle ‘inançla inkarın’, ‘teslimiyetle reddin’ çatışması olarak görülen tartışmaları uzun yıllar sürmüştü Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy’un.
İki ayrı dünyanın insanları gibiydiler ama vatanın kurtuluşu için ikisinin düşünceleri ve ahlaki duruşları öyle net ve keskin bir şekilde birleşiyordu ki hiç tartışmaya açık olmaksızın hem de.
Büyük Türk Devrimi‘inde Tevfik Fikret’in, Kurtuluş Savaşımızda halkımızın maneviyatının yüksek tutulması ve direnişin desteklenmesinde verdiği vaazlar ve İstiklal Marşımızın sözleriyle de Mehmet Akif Ersoy’un derin izlerini görmek mümkün.
Konuyu, milletin bilmem neresine tüy dikeceğim diyerek küfür sallayan meşhur inşaatçıya getirene kadar canım çıktı fark ettiyseniz.
Beni yakından takip eden okurlarımın ne yapmaya çalıştığımı anladıklarını düşünüyorum. Memleketi bu denli değersiz kılanları daha da açık edebilmek için gerçekten bu canım yurdun kurtuluşu ve kuruluşunun değerleri olan tarihi şahsiyetleri hatırlatmaya çalışıyorum; o değerler ki vatan kurtaran ve bu değersizler ki sanki vatan düşmanı…
Hazine arazileri haraç mezat satışta, satanla alan el aynı değilse ne olayım!
Bodrum’da bu çapta ilk iş yaklaşık 10 – 15 yıl önce başladı. Süper lüks konutlar yapılırken dönümlerce hazine arazisi ve ağaçlık alan yerini betona bıraktı. O dönemin meşhur inşaatçısı bilmem kaç bin bitki dikeceğim demişti. Şimdilerin meşhur inşaatçısı da adıyla sanıyla anılan Cennet Koyu‘nda aynı şeyi yapacağını söylüyor.
Bu hayasızca akının sonu nereye varacak?
Aklımdan çıkmıyor Ulusal Marşımızın yazımın başlığına konu olan dizesi.
Kepçelerin altına alınan tarihsel mirasımızdan tutun, doğal mirasımıza kadar her şey yerle bir ediliyor ‘Cennet Koyu‘muzda.
Ve bu yapılırken danıştay, mayıştay kararları, mülkiyet haklarının düştüğüne ilişkin tapu iptal davalarının onandığı iddiaları ya da gerçekleştiği mi demeli, yeni sit irdelemeleri, yeni sit çizgilerinin belirlenmesi, plan değişiklikleri ile hazine arazisinin turizm lejantından konut yapılabilir duruma getirilme çalışmaları vs vs…
Mehmet Cengiz aslında dediğini yapıyor…
Milletin bilmem neresine edeceğim diyen adam milletin arazisine, milletin gelmişine geçmişine ve de geleceğine ne yapmaz ki değil mi?
İlk eylemi MUÇEP (Muğla Çevre Platformu) yaptı. MUÇEP bakın ne diyor:
“Bugün Gökburun’un (Cennet Koyunun olduğu yarımada) sesini duyurmaya uğraşırken yarın Kissebükü Adalıyalı’nın, Torba’dan Yalıçiftlik’e turizm yatırımcıları için satışa çıkarılan 18 milyon metrekarelik orman arazisinin ve Ortakent’in feryadı için de uğraşacağız.”
Bu geri dönülmez hayasızca akını ben de takip edeceğim. Bodrum’u bekleyen benzer başka tehlikelerin de kapıda olduğunu bilerek ve bunları da izleyerek yapacağım bu takibi.
Doğal yaşam alanları gitgide azalıyor derken, aslında insan sadece diğer canlıların değil kendi yaşam alanlarının hızla yok olduğunu bilmeli.
Orman yangınlarından hiç farkı yok bunun. Nasıl orman yangınlarında tek yürek olup canımız pahasına söndürme çalışmalarına katıldıysak bu talana da aynı şekilde dur demeliyiz.
İklim krizinin etkilerini 2030 ve 2050 yıllarına kadar kademeli olarak azaltmak için uluslararası taahhütlerin altına imza atan Bodrum karbon salınımını bu talan devam ederken nasıl azaltabilir ki?
Cennet Koyu özelinde kapıda bekleyen tüm benzer tehlikeleri bir sonraki yazımda detaylı bir şekilde işleyeceğim.
Bugün başka bir şey yapmak istiyorum.
İktidarın son 20 yılda neredeyse ortadan ikiye böldüğü ülkemiz insanının değerlerini öne çıkaran bu iki düşünce adamının, devletin malına ve parasına nasıl baktığını örnekleyerek bitireceğim yazımı.
Tevfik Fikret, Maarif Mektûbî Kalemi‘nden yeterince çalışmadığını düşünerek istifa eder. Gecikmiş maaşını hak etmediği gerekçesiyle de almak istemez. Hazine tarafından yine de kendisine ödeme yapılınca, bütün parayı Göçmenler Komisyonuna bağışlar.
Mehmet Akif Ersoy ise yazdığı İstiklal Marşı için ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai Vakfına bağışlar.
Hayata bakış açıları çok farklı olabilir, tartışabilirler ve birbirlerine kötü sözler de söylemiş olabilirler ama söz konusu devletin malı, devletin parasıysa aynı etik değerlere sahip bu iki büyük insanı şükranla anıyorum.
Başlığı Mehmet Akif’ten almıştım, kapanışı da Tevfik Fikret’in döneminin iktidarına yaptığı eleştiriyle ünlenen Han-ı Yağma şiiriyle yapalım mı?
Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
Eyvallah.
Kaynak : T24.com.tr