DOLAR
32,5663
EURO
34,8912
ALTIN
2.435,62
BIST
9.645,02
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Muğla
Az Bulutlu
26°C
Muğla
26°C
Az Bulutlu
Çarşamba Az Bulutlu
22°C
Perşembe Açık
23°C
Cuma Açık
25°C
Cumartesi Açık
26°C

Yitik Zaman Çocukları: Malakanlar.

A+
A-
velux

Başrolünde Tarık Akan ve Şerif Sezer’in oynadığı, yönetmenliğini Murat Saraçoğlu’nun yaptığı 2009 yapımı “Deli Deli Olma” filmi, sinema eleştirmenleri ve sanat çevreleri tarafından hiç fark edilmemiş. Miyop gözlükle dahi film mercek altına asla alınmamış. Sanki bu memlekette böyle bir film hiç çekilmedi. Filmin öznesi Malakanlar da aynı şekilde ötekiye sayılan bir toplamdı. Malakanlar’ın Türkiye’deki ilk ve tek filmi 11 yıldır görmezden gelindi ya da görülemedi. Ama hayatın içerisinde Malakanlar, “Büyük insanlık” tarafından 300 yılı aşkın bir zamandır zaten yok sayılıyordu. Filmleri yok sayılsa ne olurdu ki?

SARMAŞIK OLMAYI DÜŞLEYEN AYRIK OTLARI.

Malakanlar, 1800’lü yılların Rusya’sının ve 93 Harbi (1877-1878) sonrası Osmanlı’nın vakitsiz kök salmış ayrık otuydu. Rus çarı süt tüketimini azaltmak için, Ortadokslar’ın haftada iki defadan fazla süt içmesinin günah olduğu tezini öne sürdü. Ortodokslar’ın haftada iki defadan fazla süt içilmesinin günah olduğu görüşüne karşı çıkanlar, aksine her gün süt içilmesi gerektiğini savundular. Bu keskin ayrışma sonucu süt davasına Ortodoksluk’tan kopanlar, çarla çatışıp Malakan oldular. “Malak”, süt “an” ise içen manasındadır. 1877-1878’de Osmanlı’yı yenen Ruslar, ceza olsun diye Malakanlar’ı, Kars’a yerleştirdi. Topraklarından koparılan Malakanlar, Kars’ta kök salmaya çalıştılar. Ancak onların asıl günahları haftanın her günü süt içmenin de ötesindeydi. Onlar insan öldürmenin en büyük günah olduğunu düşünüyorlardı. Bu nedenle savaşa karşıydılar, silah almayı reddediyorlardı. Rus Çarı onları Anadolu’da işgal ettiği topraklara sürdü. Hayata sürgün bir hikâyenin, masum kahramanlığına devam etti onlar bu zorlu süreçte de. Küsemediler, ayrık otu gibi bağlandılar toprağa, asla ayrılmadılar birbirlerinden ve mazinin barış güvercini olmaktan. Tarık Akan’ın, filmin o sahnesinde piyano çalarken söylediği gibi; görüldüğü yerde koparılan, sarmaşık olmayı düşleyen ayrık otlarıydı onlar. Yani Kars’ı da mekân belleyenler, yeryüzünde adı sanı olmayanlardı.

KATİL OLMAKTA İSTEKSİZLERDİ.

1917 Büyük Ekim Devrimi ile iktidara gelen Sovyetler Birliği kurmaylığı, işgal edilen tüm topraklardan (Kars da dâhil olmak üzere) kendi sınırlarına çekildi. Malakanlar’ın büyük çoğunluğu sosyalizme yatkın olmalarına rağmen, kök saldıkları bereketli topraklar üzerinde kalmayı seçti. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin militer unsurları, Malakanlar’dan hoşlanmıyordu. Onların katil olmak konusundaki isteksizliği bilindiğinden dolayı göç ettirilmek için TBMM’den yasa çıkarılıyor. Diğer azınlıkların muaf olduğu askerlik, süt içenler için zorunlu hâle getiriliyordu. Ve askerliği reddedenler için yine göç yolları görünüyor. Tarihi düş kırıklıklarıyla örülü acılı halkın hatırı sayılır bölümü eski topraklarına Sovyetler’e, kalanları ise Avustralya ve Yeni Zelanda’ya yol düşürüyor.

ONLARA GENE SÜRGÜN DÜŞTÜ.

Malakanlar, Türk Hükümeti’nin ilgisine ve bilgisine Kazım Karabekir tarafından servis edilmişti. Karabekir devlete hazır ettiği raporda; Malakanlar’ın Bolşevizm’e ve Türkiye Komünist Partisi’ne ilgi duyduğunu, köylerde nümayişler gerçekleştirerek kızıl bayraklar astıklarını ve çözüm olarak yaşam alanlarından koparılıp göç ettirilmeleri gerektiğini belirtiyor. Bu arada Malakanlar haç takmazlardı, dinsel törenlerinde papaz-rahip istemezlerdi. İbadet çin kiliseyi gereksiz bulurlardı. İbadetlerini temiz evlerinde kadınlı, erkekli gerçekleştirirlerdi. Yani yaşamları gibi, ibadetleri de sadeydi. Karabekir buradan da paranoid sonuçlar çıkarıp; “acaba bunlar aynı zamanda ateist mi” histerisine kapılıyor. Çünkü Karabekir Malakanlar’ın sadece yüreklerini değil, aynı zamanda evlerinin içini de göremiyordu. Sihirli formülü de kendisi buluyor. “Ruslar zamanında dahi askerliği reddeden Malakanlar’a zorunlu askerlik getirirsek zaten göçerler” diyor Karabekir. 20 Ocak 1921’e dek süre verilen düş sürgünlerine, yeniden yollara düşmekten başka seçenek kalmıyordu. Gene yalnızlaşma, gene yoksullaşma yani…

VERGİ VERMEZ, ASKERE GİTMEZLERDİ.

Malakanlar kent hayatını asla benimseyemediler. Köye tutunmak hayatın ta kendisiydi. Kars değirmende un öğütmeyi, piyanoyu, gravyer peynirini, semaverde çay demlemeyi, düş kırıklıklarında dahi umudu yitirmemeyi, halkların kardeşliğini, dayanışmanın yüceliğini, kardeş sofrasında paylaşmanın lezzetini Malakanlar’dan öğrendi. Vergi vermezlerdi, askere doğaları gereği gitmezlerdi, mahkemelere çıkmazlardı, akrabalığın yedi göbek ötesinde olunması gerekirdi evlenebilmeleri için, mülkiyet ayıplıydı, komünal yaşam mutluluktu onlar için. İnatçıydılar, hayatı kirletmemekte ısrarcıydılar. İyi, doğru, güzel olan da usta birer yürek emekçisiydiler.

GECELERİN ATEŞ BÖCEKLERİDİRLER.

Tolstoy kararlı bir Malakan idi. Felsefi bakışında ve dünyayı algılayışında Malakan yaşayışı oldukça etkili olmuştur. Malakan Zheltov ile yazışmalarından hayata dair çok önemli ipuçları yakaladığını ifade eder. Ayrıca o dönem Tolstoy; “Bazı horozlar öttükleri için güneşin doğduğunu sanırlar” şeklinde bir özet de çıkarır. Malakanlar da güneşin doğuşuna tanıklık için, hiçbir horozun ötmesine ihtiyaç duymamışlardır. “Gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan. Ekmek, gül ve hürriyet günlerinin” farkında olanların, Malakanlar’ın hüzünlü ve bir o kadar da mağrur, insan güzellemesi tarihini fark etmeleri gerekiyor. Yeryüzünde sayıları üç milyon olduğu düşünülen Malakanlar, hâlen umudu beslemeye devamda kararlı. Onların hüzünlü tarihi, ateş böceği ışıltısı veriyor geceye. O nedenle geceleri her ateş böceği görüşümüzde gökyüzü biraz daha Malakan, biraz daha özgürlük, biraz daha barış, biraz daha umut, biraz daha sevgi kokar.

İÇİMİZDEKİ MALAKAN’I (BODRUM’U) YAŞATABİLMEK…

Malakanlar’ın 300 yıl öncesinden keşfettiği kardeş güzelliğinden, inatçı barış taraftarlığından, bilgeliğin erdeminden, toprağa sevgiden, hayata bağlanmadan; Bodrum’un çileli topraklarına da oldukça koyu ve derinlikli gölgeler düşer. Malakanlar’ı yoketmek, acılara sürgün etmek yerine Bodrum denli yüreğine alabilseydi keşke Anadolu. Gün aydınlanmalarına tankın, topun, kurşunun, panzerin ölüme davetiye çıkaran uğultusuyla değil; kuş sesleriyle uyanacaktı belki de… TOMA’ların ise insanların üzerine değil de; çiçeklere, ağaçlara su sıkma olasılığı da yüksekti… Bu topraklar sadece Malakanlar’ı kaybetmedi. Onlarla birlikte mühim bir rengini, halkların yücelerdeki kardeşliğini, sevgiyi, en önemlisi insanı da erozyona uğrattı. Erozyonun altında akıl dışı bir yol arıyor onlarsız. Oysa karanlıkta ilerlemeye çalışmak ve her adımında can acıtan bir kayaya toslamak kader değildi. Hayata dair olanı, insanın doğasında yaşatılması gerekeni Halikarnas Balıkçısı bahtiyarlığında anlamak yeterliydi bunun için… Henüz daha çok geç olmadan barışın erdemiyle örgülenmiş güneşli bir yolda halaylar çekerek, zeybek oynayarak, horona durarak, Çökertme’de diz vurarak mesafe kat etmek mümkün. Kanla, acıyla, gözyaşıyla ıslanmış şu anki çıkmaz-açmaz sokakta, kapısını iyiliğe açmış bir Bodrum evi korunaklı bir sığınak olabilir mesela. İçimizdeki Malakan birazda Bodrum’dur aslında. Bodrum geleneğiyle, bugünüyle, sevgiyle beslenmiştir. Bu nedenledir ki; Bodrumlu’nun yüreğinde begonviller taşarak açar. Ruhunda güvercinler uçuşur. Hayatı süt aklığında, Bodrum kokulu yaşayabilmek yani Malakan olabilmek çokta zorlu bir meşgale olmasa gerek. Sırtımızı ormanımızın yeşiline dayayıp, denizimin mavisinden ılık bir Akdeniz meltemini solumak ve onu hayata sevdalı bir nefes olarak sunabilmek…

Zor olmasa gerek…

velux