KRİSTAL GECENİN CAM KESİKLERİ VE AYA NİKOLA…
(Ne 9-10 Kasım Almanyası’nı, Ne 6-7 Eylül İstanbul’unu, Ne de 1969 Bodrum’unu Unutma…)
1938 Kasım ayında 9. günü 10.’ya bağlanırken insanlık Almanya’da en karanlık gecelerinden birisini yaşıyordu. Yürekten değil ses, tek bir nefes çıkmıyordu gökyüzüne solumak için. Loş sokak lambaları ıssızlığı işliyordu akacak kanın durmayacağı damarlara. Faşizm kanlı yüzünü ölüm kusacağı düşmanına dönmüş ve Yahudiler hedefti. Kanlı provokasyondan 1 ay kadar önce Alman faşizminin sürdüğü 17.000 Yahudi düşsüz ve bitap Polonya’nın da sınırlarını kapatması sonucu sınır arasında sıkıştı. Sürgünlerin nerede ise tamamı hastalıktan, açlıktan ve hastalıktan yaşamla yurtsuz vedalaştı. Mezarları dahi yoktu bu ölülerin.
Babası ve annesi mezarsız 17.000 ölümlü içinde yer alan Herschel Feibel Alman Konsolosluğu’nu bastı. Vicdanının ve aklının babasının katili olarak resmettiği, Konsolos Von Welczek’i bulamayınca, sekreteri Von Rath’ı öldürürken eli hiç titremedi. Faşizmin Propaganda Bakanı Gobbels bu fırsatı kaçırmadı. SS’lerin, SA’ların tasmasını çıkardı. Alman ırkının güvenliği için ısırın, yokedin emri verdi. 91 Yahudi’nin gecenin sonsuzluğuna karışan çığlığı son nefes olurken, Yahudilere ait 7500 işyeri talan edildi, 1668 Sinagog ateşe verildi, 30.000 Yahudi tutuklandı. O gece Yahudi işyerleri ve evlerinin kırılan, yollara düşen cam parçacıkları geceyi kristalize etmişti. O nedenle insanlığın o utanç gecesi “Kristal Gece” adını aldı. Almanya’daki faşist iktidar 10 Kasım sabahında da Yahudileri rahat bırakmaya niyetli değildi. Çıkardığı ırkçı yasalar içerisinde “Yahudi çocukları Almanya’da okuyamaz” diyen kanun içlerinde en masum kalanlarındandı. Artık Almanya’daki Yahudilere gönüllü göç yollarından başka bir tercih kalmamıştı. Kızıl Ordu’nun Alman Faşizmini ininde imha edişine dek sürdü bu sürgünlük. Hitler karısı Eva Braun’la birlikte Kızıl Ordu’nun kendisine ulaşmasına birkaç yüz metre kala intihar etti. Hitler’in intihar haberini alan Gobbels 6 çocuğunu ve karısını “Führersiz bir dünyada sizin de yaşamanız anlamsız” diyerek öldürdü. Ve son kurşunu kendisine sakladı.
Kaderin bir cilvesinden kaynaklı olsa gerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal de Kristal gecenin sabahında yaşama veda etti. Gözlerini son kez kapatırken, Anadolu topraklarında bir “Kristal Gece” tekrarı yaşanacağından habersizdi. 1955’in 6-7 Eylül’ü takvim yapraklarına ve Anadolu topraklarının batı tarafına kan ve leke olarak düşmüştü. “Atatürk’ün evi bombalandı” haberi Demokrat Parti’nin sesi olan radyo kanallarında kulak tırmalıyordu. MİT’çi Nihat Perin’in çıkardığı İstanbul Ekspres isimli DP eğilimli gazete kışkırtıcı, ırkçı manşeti ile ertesi gün Kıbrıs Türktür Derneği (KTD) adlı faşist örgüt tarafından yaygın bir şekilde dağıtıldı. 6 Eylül gecesinden 7 Eylül sabahına dek Rumların merkezinde olduğu akıl dışı saldırı “kalimera komşu”yu dipsiz kuyulara taş niyetine gönderiyordu. Onlarca azınlık katledilmiş, binlerce işyeri ev tahrip edilmiş, yüzlerce azınlık kadını tecavüze uğramış, ibadethaneler ve azınlık okulları yakılmıştı. İdam cezasına karşı olmanın erdemli bir tutum oluşu ile Menderes’in sütten çıkmış ak kaşık olup olmama halleri burada sorgulanmalıdır. 6-7 Eylül faşist saldırısında esas olan cana değil mala zarar vermekti. Tıpkı Hitler’in 1938 “Kristal Gecesi’nde” olduğu gibi… Mal zarar görünce kapitalistleri çok evham alır. Buna uygun senaryo gereği 6-7 Eylül komünistlere ihale edilmeye çalışıldı. Aziz Nesin, Hasan İzzettin Dinamo, Asım Bezirci, Kemal Tahir gibi devrimci aydınlar 6-7 Eylül’de servete verilen zarar üzerinden sorumlu tutulmaya çalışıldı. Daha sonra devlet yaptığı planın komediye kaçtığını görünce bu tasarımdan vazgeçti.
Bodrum da tam karşıyakada coğrafyalanmış bir yarımada olarak bu uğursuz süreçten payını aldı. 6-7 Eylül’ü takip eden yıllarda milliyetçi pompalama durmadı. Hatta emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu 6-7 Eylül ile ilgili “mükemmel bir organizasyondu” derken, devamcılığa vurgu yapıyordu. Yunan adalarında camiler yakılıyor demagojisi bu yakada rüzgarla dolaştırıldı. Aya Nikola yıkılmazsa Bodrum’da bağımsız Rum devleti kurulabileceği paranoyası beslendi. Dönem Belediye Başkanı Derviş Görgün Kendisi de Girit göçmeniydi), Turizm Derneği Başkanı Rüştü Gür bu ırkçı pompalamaya direndiler. Ama Köy İşleri Bakanlığı, Aya Nikolay’I 10.000 liraya belediyeden satın alarak, memleketi bölünmekten kurtardı. Geçmişte mimari cinayet olarak nitenebilecek eski Halk Eğitim binası günahlarından ve utancından arınmaya başladı. Bu arınmayı devam ettirmek gerek. Aya Nikola Kilisesi, yeryüzü arkeoloji kayıt ve haritalarına nakşedilmiş mühim bir yapıdır. Şu anki adı Hilmi Uran Meydanı olan binanın bulunduğu alanın zaten gerçek adı “Kilise Meydanı” idi. Hilmi Uran, Bodrum adına önemli bir kimliktir. İsmi başka yere de verilebilir. Ama meydan, gerçek hüviyeti ile buluşmalıdır. Adının iflah olmaz bir ateist kimliğimle; “Kilise Meydanı” olmasını, aslına rücu etmesini öneriyorum. Ardından aslında insanlık değeri olan yapı orjinaline en yakın bir şekilde Kilise’ye dönüşebilir. Kesinlikle üst perdeden hiç bir bakış kabulüm değildir. Asla öylesi bir tarzım olmadı, olamazda… Sanırım bunlar Bodrum’un kendi tarihi ile yüzleşmesi ve barışması açısından önemlidir. Buna tüm dinlere eşit mesafedeki ateist kimliğimle yürek açılması gerektiğini düşünüyorum.
Polonya ve Almanya sınırında sıkışmış 17.000 cesede dönüşmemiş canın böylesi bir vicdana ihtiyacı var. Beyoğlu’nda 6-7 Eylül’de tecavüze uğrayıp katledilen Elena’nın da, Nazım Hikmet’in “sen büyük güzel ve muzaffer ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan” dediği memleketimin de… Vicdanımız tarihe tutabileceğimiz en aydınlık ışık oysa. “Kristal gecenin” ardındaki vitrinlere inat aydınlanmanın ışığını insan kimliğimize düşürebileceğimiz en onurlu meşgale olsa gerek. Artık ırkçılığın kanlı denizinden demir alma zamanı geldi de geçiyor bile… Ne 9-10 Mayıs Almanyası, Ne 6-7 Eylül İstanbul’u, ne de Aya Nikola Kilisesi’nin dinamitle yıkıldığı 1969 Bodrum’u unutulur. Çürük raporu verilen tarih 20 kişi tarafından balyozla yıkılamadı. O süreçte tarihin babası Bodrumlu Heredot’un her balyoz darbesinde yıkım ekibine el mesajı verdiği rivayet olunur. Bolyozla yıkılamadığı için, yüreğinde dinamit patlatılan Aya Nikola 300. yaşının eşiğinden gözümüzün içine bakıyor. Biraz vicdan, biraz yürek sesi, biraz sevgi, biraz hayatın ve tarihin soylu ruhuna tutunuş… Çok zorlu bir meşgale olmasa gerek.